Menü

  Bütün gün arkadaşlarımla oynayacağım bir gün, Cumartesileri kim sevmez ki? Sabahın erken saatlerinde kalkıp okula gitmeyecektim, istediğim saatte kalkacaktım ve annem bana mis gibi bir kahvaltı hazırlayacaktı ve karnımı bir güzel doyuracaktım. Annem dün akşam un helvası yapmıştı eğer yemeğimi bitirirsem belki helva yememe izin verirdi. Üstelik Atakan'larla da okul çıkışı anlaşmıştık, iyisinden bir maç yapacaktık sahada. Heyecandan bu gece uyumakta biraz zorlansamda, yarın ki maç için iyi uyumalıydım en azından annem öyle söylüyor. Sabah oldu ve burnuma gelen patates kızartmasının kokusuyla birlikte hemen yataktan fırladım. Odamdan çıktım ve çıkmamla birlikte koridorda annemle karşılaştım.

"Hayrola yavrum erkencisin, bu gün okul yok unuttun mu?"
"Anne, patates kızartması artı un helvası yeme şansım var mı?"
"Hayır."
"Tüh be."
"Sabret oğlum akşama vereceğim ben sana. Hadi bakalım elini yüzünü yıka sonrada sofraya."

  Hemen ellerimi yıkamaya gittm. Boyum musluğa yetişmediği için çamaşır makinesinin yanındaki taburenin üstüne çıktım. Ellerimi sabunla yıkadım ve koşarak mutfağa, mutfaktan sandalyeye. Yemeğimi yerken annem;
"Nasıl güzel olmuş mu?"
"Ellerine sağlık annecim çook güzel olmuş." dedim. Sonrada ona bu günki maçı anlattım. Yemeğimi bitirince tam sandalyeden kalkacaktım annem ince bir sesle;

"Cem'cim, akşama ödevlerini yapacaksın değil mi?"
"Tabi ki annecim, hiç yapmamazlık eder miyim ben." dedim.

  Annem bir yandan sofrayı toplarken bir yandan da gülmeye başladı.

"Hiç yapmamazlık eder misin sen?" dedi.

  Hememnecik mutfaktan çıktım yağlanan ellerimi tekrardan yıkadım ve odama giderek üstümü giyindim. Ayakkabılıktaki topumu aldım, bu topu doğduğum gün babam almıştı bana ve o zamandan beridir hep bu topla oynardım. Benim babam fanatik Fenerbahçe'lidir ve doğduğum gün hiç üşenmemiş, Fenerbahçe oyuncularının hepsinin bu topa imza atmasını sağlamış bir şekilde. Aynı zamanda bu benim uğurlu topumdu ve her maçımı bu topla kazandım. Tam evden çıkıyordum ki annem beni durdurdu.

"Yavrum, fazla geç kalma, çokta koşma terleyip hasta olursun sonra."
"Daha iyi ya işte okula gitmem."
"Sıpaya bak sen." dedi ve kapıyı arkamdan kapattı.

  Hızlıca Semih'lere doğru koştum ki Semih'te beni kapının önünde bekliyordu.

"Cem neredesin ya, ağaç olduk valla."
"Ödevlere gömülmediğime dua et sen."
"Sana da mı, bende az daha çıkamıyordum."
"Hep o matematik öğretmeninin suçu, veli toplantısında bizi şikayet etmeseydi..."
"Neyse, Atakan'lar bekliyor sahada gidelim hadi."

  Birlikte parka doğru yürümeye başladık.
"Uğurlu topunla mı oynayacaksın."
"Bu maçı kazanmak zorundayız kanka yoksa rezil oluruz valla."
"Harbiden ya, ben gidipte o bücürlere tost ısmarlayamam."
"Bende."

  Parka geldiğimizde hemen sahaya yöneldik ve Atakan ve Cihan'ı gördük, yanında biri daha vardı.
"Merhaba arkadaşlar, yetiştiniz sonunda." dedi Cihan.
"Yetiştik valla." dedim.
"Gençler bu kuzenim Talha, ailesiyle birlikte yeni taşındılar buraya. Artık bizim sınıfa fazladan bir sıra gerekecek." dedi Atakan.
"Bizim sınıfa mı geliyorsun." dedim.
"evet." dedi Talha.
"Futboldan anlar mısın Talha'cım." dedi Semih.
"Valla gençler arkadaş efsane oynamazsa benim hatırım kalır." dedi Atakan.
"İyide bizim bu tırsaklar nerede kaldı." dedim.
"Gelirler şimdi."

  Birkaç dakika bekledikten sorna karşı takımın oyuncuları yani 3/B sınıfı karşımızdaydı. Ferhat, Ege, Ali Vefa ve Kamil. Sınıfça en uğraştığımız kişi elbette bizden yaşça büyük Kamil'di. Bizden büyüktü ama harbiden Kamil'di. Bir keresinde onunla böyle dalga geçerken sınıf hocamız bize kızmış ve Kamil isminin güzel, iyi insan anlamına geldiğini söylemişti. Kamil'de gerçekten çok saf ve iyi kalplidir. Fakat o göbek olmasa, ki bu yüzden onu kaleye alıyorlar ya.

"Kamil'cim noldu geciktin, yoksa kendi hacmini sığdıracak bir otobüs bulamadın mı? dedi Atakan.
"Bi kere ben otobüsle gelmedim babam bıraktı beni tamam mı." dedi.
"Neyse gençler başlayalım şu maça, ben acıktım ya." dedim.

  Hepimiz yerlerimizi aldık ve tabiki ben orta sahaların hayranı olduğum için santrafordum. Talha kaleci, Atakan sağ kanat, Semih sol kanattan oynayacaktı. İlk karşılıklı ataklarla başaldı maçımız. Atakan, Semih ve ben karşı takımın kalesine doğru kısa paslarla ilerlerliyorduk. Fakat biliyordum ki en zorlanacağım an Kamil'in radarına yakalandığım andı. Onun o koca göbeğinden kaleye gol atmak imkansızdı belki ama onu şaşırtarak kalede bir açıklık yaratabilirdik ki biz bu stratejilerin hepsini dün okuldan eve giderken konuşmuştuk. Semih Kamil'e gelene kadar topu sürmeye devam etti ve kamil ona ona doğru yaklaşırken, topu bana pasladı ve gol... Bu ufak planımız çokta güzel işlemişti ve Kamil büyük oranla bu hataya tekrardan düşecekti. Kamil kalenin gerisinde giden topu aldı ve kaleye geri dönüp topu iyisinden bir tekme attı. Topun sahaya düşmesi gerekirken, bir evin camına girmesiyle maç belirsiz bir şekilde sona erdi.

"Kamil naptın abicim sen ya, dik dekik uzaya gönder demedik ki." dedi Atakan.

Hemencecik sahadan çıktım ve direkt camı kırılan binaya doğru ilerledim, arkadaşlarda arkadamdan geliyorlardı.

"Şükür ki Hatice Teyze'nin camını vurmuşuz." dedi Semih.
"Ya topa birşey olduysa?" dedim.
"Alt tarafı bir top yenisini alırız Cem." dedi Kamil
"Sıradan bir top değil, babası ona doğduğu zaman almış, şanslı topu o onun." dedi Semih.

  Biraz sonra Hatice Teyze elinde topla birlikte göründü, diğer elinde ise bıçak vardı.

"Bu kaçıncı, babanız mı ödüyor kırılan camın parasını bacaksızlar." dedi.

  Elindeki bıçağı görür görmez, ağlamaya başladım. O topa birşey olursa ben ne derdim babama?

"Hatice Teyze lütfen patlatma topmu, babamın hediyesi o."

  Ağladığımı görünce fazla dayanamadı, topu camdan bana fırlattı.

"Bir daha aynı şey olursa patlatırım topunu." dedi ve pencereden içeri girdi. Hepimiz bir oh çekmiştik. Parka doğru yürüdük ve muhabbet etmeye koyulduk. O sırada Kamil yanıma geldi, üzgündü.
"Cem... Özür dilerim kanka." dedi.
"Sorun değil kanka ama bir dahakine daha hafif vur topa." dedim.
"Merak etme kanka." dedi.
"Bu arada Hatice Teyze niye öyle davrandı bilen var mı?" dedim.

  Hepimiz bunu düşünmeye başlamıştık çünkü Hatice Teyze bizim mahallenin kurtarıcısı, bizim biricik tontişimizdi.

"Morali bozuktur, yaşlılık işte." dedi Atakan.
"Biraz erken olacak ama dağılalım artık." dedi Semih.

  Hepimiz evlerimize dağılldık ve eve gider gitmez başımdan geçen olayları bir bir anlattım. Bir anda annem gülmeye başladı. Anneme kızmıştım çünkü komik olan neydi ki?

"Yavrum, Hatice Teyze'nin oğlu vefat etmiş, onun haberini alınca haliyle kadın üzülmüş olmalı." dedi.

Bütün gece Hatice Teyze'ye üzülmüştüm. Ertesi gün tekrardan arkadaşlarla toplandık parkta.

"Arkadaşlar Hatice Teyze'nin oğlu vefat etmiş" dedim.
"Biliyoruz, biz okuldayken mevlidi yapılmış." dedi Atakan.
"Acaba hep birlikte onu ziyaret etmeye gitsek olmaz mı? Morali düzelir hemde." dedi Semih.
"Sen büyüyecen, bilim adamı olacan tamam mı Semih."
"Başladı yine ya."
"Fakat elimiz boş gitmeyelim." dedim
"ÇİÇEK!" diye bağırdı Semih.
"Yav diyorum bu adam zeka küpü."
"O halde geçen sene gittiğimiz o bahçeye gidelim."
"Evet, oradaki çiçekler çok güzeldi. Hemde Faruk Amca'ya ne için istediğimizi söylersek kesinlikle bize çiçeklerinden verir." dedi Semih.
"Tamam gidelim o halde." dedim.

  Hep birlikte Faruk Amca'nın bahçesine doğru yürümeye başladık.
"Umarım bize kızmaz." dedim.
"Kızmaz ya şeker gibidir benim Faruk Abim." dedi Atakan.

  Faruk Amca'nın bahçesine geldiğimizde değişik bir ses kulaklarımızı dolduruyordu.
"Keman sesi bu!" dedi Semih.

  Semih'i bu kadar heyecanlandıran şey, onunda bir keman sever olmasıydı ama Faruk Amca'nın keman çalıyor olması beni bile şaşırtmıştı çünkü gerçekten çok zor bir müzik aletiydi.
"Tamam kankicim kendine gel ne için geldiğimizi unutma." dedi Atakan.

  Bahçenin genişçe mavi metal bir kapısı vardı. Tek kişi olunca gücümüz yetmiyordu ama hep birlikte itince aralamayı başardık ve bahçeye girdik. Faruk Amca'nın evine doğru bir iki adım yürüdük. Tam karşımızdaydı, kemanı elinde, yayı başka elinde ileri geri ittirip duruyordu. Semih dayanamadı;

"Faruk Amca ne güzelde çalıyorsunuz." dedi.

  Faruk Amca ilk baş irkildi sonra ise kendini tekrardan toparladı ve kemanı ve yayını hemen yanında duran sandalyeye koydu.

"Çocuklar siz miydiniz? Korkuttunuz beni alacağınız olsun."
"Keman çaldığını bilmiyorduk Faruk Amca" dedi Atakan.
"Arada sırada öyle özleyince çalıyorum."
"Arada sırada değil sen bayağı çalıyorsun Amca" dedim
"Eee sizi buraya getiren nedir?"

Faruk Amca'ya maçımızı, topun Hatice Teyze'nin camını kırmasını ve bizimde kendimizi affettirmek için onu hep birlikte ziyaret ederek, çiçek vereceğimizi anlattık.

"Tamam o zaman bir oyun oynayalım." dedi Faruk Amca.
"Oyun mu?" dedim.
"Bakın hepimiz bu bahçe de gözümüze görünen en güzel çiçeği alacak ve hep birlikte onu Hatice Teyze'nize götüreceğiz."
"Başlayalım o halde." dedim.

  Hepimiz dağıldık ve en güzel çiçeği bulmaya başladık ama buradaki her bir çiçek o kadar güzel di ki hangisini kıyaslayabilirdim ki. Sıra sıra giden goncaları, zambakları, gülleri ve papatyaları ezmeden takip ederek, bir seçim yapmaya çalışıyordum. En sonuda diğerlerinden farklı yaprakları bembeyaz bir çiçek çıktı karşıma. Eğilip çiçeği incelemeye başladım ki arkamdan gelen bir ses ürkmeme neden oldu.

"İstanbul Kardeleni, nadir ve bulunması zor bir çiçektir."
"Çok güzel kokuyor."
"Evet, güzel seçim Cem'cim hadi onu topraktan çıkarıp saksısına yerleştirelim."

   Hayatımda ilk defa bir çiçeği topraktan çıkarıyorduk ve bunu göreceğim için hem heyecanlıydım hemde hayranlıkla izliyordum.

"Öncelikle ona zarar vermeden etrafındaki toprakları alacaksın, sonra ise ellerini kazdığın boşluklardan içeri sokacaksın ve onu çıkaracaksın."

Çiçeğin altında duran kahverengi, iplik yumağı gibi bir şey vardı.

"O kahverengi şey de ne?"
"O şey kök. Çiçeklerde, ağaçlarda kısacası tüm bitkilerde vardır. Hani sen ağızından su içiyorsun ya o da kökünden su içiyor."
"İyimiş."

  Faruk Amca ile birlikte yürümeye başladık. Arkamızdan Semih ve Atakan'da gelmişti. İddiaya varım Semih çiçekler hakkındada birşeyler biliyordu. Hep birlikte evin yanındaki depoya doğru yürüdük. Faruk Amca hepimizi hafiften bir süzdü.
"Semih afferim, hem seçimin güzel hemde kökü iyi çıkar mışsın." dedi.
"İstanbul Nazendesi adında nadir bir çiçek."
"Bende Zambakgiller buldum." dedi Atakan.

  Faruk Amca hepimize depodan birer saksı uzattı ve deponun yanındaki temiz topraktan kullanmamızı istedi.
"Madem hazırız gençler gidelim o halde" dedi Faruk Amca.
"Faruk Amca sende mi bizimle geliyorsun."
"Evet ve ben çok uzun zamandır veremediğim bir çiçeği vereceğim ona"
  Pembe yaprakları olan çok güzel bir çiçekti bu. Semih heyecanla bağırmaya başladı.

"Sevgi Çiçeği!"
"Afferim sana Semih sen bu kadar bilgiyi nereden biliyorsun." dedi
"Aklı inekliğe iyi çalışıyor Faruk Amca" diyerek gülemeye başladı Atakan.
"Sevgi Çiçeği, nesli tükenme tehlikesinde olan ve sadece Türkiye'de yetişen özel bir çiçektir." dedi Faruk Amca.

  Hep birlikte saksılarımızı aldık ve bahçeden çıkarak Hatice Teyze'nin evine doğru yürümeye başladık.

"Sence bu üzüntüsünü giderir mi Faruk Amca?" dedim.
"Cem'cim tabikide giderir inan bana."

  Hatice Teyze'nin kapısının önüne geldiğimizde ziline bastık ve kapının açılmasını bekledik. Kapıyı açan tontişimizi gördüğüz anda;

"Biz geldik!" diyerek elimizdeki çiçekleri gösterdik.
"Yavrularım benim, siz mi planladınız bunu Faruk Efendi." dedi.
"Valla benim suçum yok onların fikriydi, bende yardımcı olayım dedim." dedi.

  Hepimizin elindeki çiçekleri alarak balkonuna koydu ama Faruk Amca'nın Sevgi Çiçeğini oturma odasındaki sehpaya koydu. Hepimize teker teker sarıldı ve oturma odasına aldı.

"Cem, yavrum dün için kızmadın değil mi bana?" dedi.
"Kızarmıyım ben tontişim" dedim.

  Hepimize bayram günlerinde ilk onun evine uğramamıza neden olan o kurabiyelerden verdi. Sonrasında ise muhabbet ile şakalar keyfiyle yolunu buldu.
Sonra Faruk Amca mutfağa su içmeye gitti, arkasındanda Hatice Teyze. Bir süre ikiside ortalıkta görünmeyince Semih endişelendi.

"Cem, ikiside hala gelmedi, gidip bir baksan olur mu?"
"Neden ben?"
"Aramızdaki en cesur olan sensinde ondan." dedi Atakan. Oturma odasından çıktım ve mutfağa doğru yöneldim kapısı tam kapalı değildi.

"Ben senelerce Oktay'ımı tek başıma büyüttüm. Sen o çiçeklerin içinde yaşarken." dedi ağlamaklı bir sesle Hatice Teyze.
"Sizi, seni bırakıp gittiğime bin pişmanım." dedi Faruk Amca.
"O yüzden mi daha çocuğunun cenazesine gelmedin, sen o çiçeklere verdiğin kadar kendi öz oğluna değer vermedin."
"Üzgünüm."
"bırakmamalıydım onu, göndermemeliydim onu yaban ellere. Ben böyle olacağını bilseydim gönderir miydim yurt dışına onu."
"Hatice, bilemezdin, kendini suçlama."
"Bilmeliydim. diyerek Faruk Amca'nın göğüsünü hafiften yumrukluyordu Hatice Teyze.
"Artık bizim bizden başka kimsemiz kalmadı Haticem, yorulmadın mı yalnızlıktan?"
"Yoruldum be adam yoruldum. Fakat beni Oktay'ımla bir başına bırakıp gittiğin o gün aklımdan çıkmıyor."
  Semih ve Atakan'da yanıma geldiler ve dinlemeye başladılar. Atakan fısıltıyla;

"Kagvga mı ediyorlar?" dedi.
"Birşey yok arkadaşlar hadi yerimize oturalım." dedim

  Hep birlikte salona döndük ve yerimize oturduk. Açıkçası oldukça şaşkındım ama kimseye anlatmak niyetinde değildim. Bir süre sonra kapıdan Hatice Teyze ve Faruk Amca çıktı.

"Gençler artık hava kararmaya başladı, misafirliğin kısası makbuldür." dedi Faruk Amca.

  Hepimiz sırasıyla Hatice Teyze'nin elini öptük ve evden çıktık. Kapının önüne geldiğimizde ise;

"Teşekkürler Faruk Amca, sen olmasaydın yapamzdık" dedi Atkan.
"Ben teşekkür ederim çocuklar, hemde bir değişiklik oldu benim içinde." dedi.

"Hepimiz teker teker evlerimize dağıldık. Eve geldiğimde ise hemen ellerimi yıkadım ve üstümü değiştirdim. Babam çoktan eve gelmişti ve televizyonun başında dinleniyordu. Annem ise mutfakta yemek yapıyordu ki beni fark eder etmez;

"Cem'cim nerede kaldın yavrum saat kaç oldu bak."
"Hatice Teyze'lerdeydim annecim."
"Yavrum ödevlerini yaptın mı?"
"Eyvah! Unuttum ben anne onu ya."
"Hadi hemen hızlıca yemeğini ye ödev başına."

Sevgi Çiçeği (Öykü)

   Papatyagiller (Asteraceae) familyasından, Türkiye' ye özgü, nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan bir çiçek türü.
  Halk arasında yanar döner, gelin düğmesi, türbe ya da kırmızı peygamber çiçeği ve hasırcı çiçeği olarak da bilinen sevgi çiçeği dünyada yalnızca Ankara'nın Gölbaşı ilçesi Hacı Hasan Köyü yakınında yetişmektedir. Nesli, tarım ilaçları yüzünden yokolma tehlikesi ile karşı karşıya kalınca Bern Sözleşmesi kapsamında koruma altına alınmıştır. İlk kez 1848 yılında Rus bilim insanı Pierre de Tchihatcheff tarafından Ankara: Gölbaşı, Gölbek-Yavrucak arasından toplanmıştır. Türkiye bitkileri eserinde belirtilen Afyonkarahisar-Mehmetköy kaydı yanlışlıkla yazılmıştır.