Yürüyorum, adımlarımda bir yanlışlık, bir hata var, ben miyim bu topllayan? Günlerdir üzerimde ütüsü dahi olmayan beyaz bir gömlek ve kahverengi, bana bolca gelen bir pantolon. Ben miyim bu paçavralar içinde dolanan? Yüzümde bir çöküş, kollarımdaki şu zayıflık ve bitip tükenmeyen üşengeçliğim, Allah'ım ben miyim ürkek bakışlarıyla etrafı yoklayan? İnsanlar sanki tuhafmışım gibi beni tiksintiyle süzüyorlar. Her şeyden öte içimdeki bu acıya kaybeden nasıl ben oldum? Yürüyorum ve her şeyden bıkmış bir halde kaçıyorum. Ağzımdan çıkan her sözden korkuyorum, çünkü her sözüm ya bana yada bir başkasına zarar veriyor. Bir köşkle karşı karşıya kalıyorum. Haliyle eskimiş bahtiyar bir dost gibi bana gülümsüyor. Üzerimdeki tüm paçavralara rağmen nasıldır bilmem ama alıyorlar beni köşke. Kapıdan içeri girmemle birlikte kocaman bir oda ve tam karşımda sıra sıra basamaklarıyla upuzun bir merdiven. Merdivenin en sonunda bir kadın, yanında ise buz mavisi teni, bembeyaz saçları ve kıyafetleriyle bir adam vardı. Nedense bu adam bana pek dostane görünmüştü. Fakat aynı şeyi kadın için söyleyemiyordum çünkü baştan aşağı acıya boğuyordu beni. Sanki maskeli balodaymışız gibi yüzünde bir maske, simsiyah kıyafetleriyle şuracıkta duruyor işte, bu karanlık beni benden alıyordu. Basamakları yavaştan adımlarla çıkadurdum, en son basamağa ayağımı vurdum. Vurdum vurmasına ama nedense gözlerim, oracıkta duran kadının gözleriyle buluşamıyordu. Sanki ona bir hata yapmışım ve utancımdan bakamıyorum gözlerine. Ve farkındayım, gözlerinde oldukça belli olan bir öfke, bir nefret vardı. Kelimeler yağdırmak istiyordum ama yetmiyordu gücüm. Geri dönmek, kaybolmak istiyordu ayaklarım. Nedendir bilmem ama o an o dostane yüze sarılıyorum. Sarılmamla birlikte yüzümden yaşlar süzülüyordu. Kalbime bir anda bir sancı girdi, sanki parçalanıyordum. Kadın ise içindeki öfkeden bir nebze olsun vazgeçmiyordu ama öfke ve nefrete artık şaşkınlıkta dahildi.
"Hepsi bu kadar." dedim.
Aniden açılan ışığın ve uyksuzluğun etkisiyle gözleri şişmişti Ömer'in. Sonra elinden geldiği kadar düşünmeye çalıştı.
"Mavi bir adam, maskeli kadın ve sen... Tuhaf."
"Ayrıca rüya bittiğinde her şey karardı ve kalbime derin bir sancı girdi ve bende acıya dayanamadım ve bitmesini istedim. O an da uyandım."
Kafası söylediklerimle iyice karışmıştı, elini çenesine götürüp kaşımaya başladı.
"Bir rüya veya kabus olamaz."
"Neden?"
"Çünkü rüya veya kabus gördüğünde böylesine detaylı hatırlayamazsın gördüklerini."
"Pek sanmıyorum?"
"Rüyalar ve kabuslar, fiziksel acı yaratmazlar ama sen her ne gördüysen sana fiziksel bir acı yaşatmayı başarmış."
Anlayamıyordum eğer bu bir rüya değilse neydi? Ömer'in bu söylediklerine hak veriyordum. Yüzündeki uyku birden bire kaybolmuş, bu rüyanın gizmenine dalmıştı Ömer.
"Kalp krizi geçirmiş olabilirsin."
"Yok artık!"
"Adil, Defne'yi kaybettiğinden beri içini bir hüzün kapladı. Belkide kalbin bu acıya dayanamadığı için sen bir şekilde bu rüyayı yarattın."
Defne demesiyle aklım bir anda ona kaymıştı. Ömer durumu anlayınca beni kendime getirmek için ellerini şıklattı.
"Ben senin en iyi arkadaşınım, belkide o dostane yüz benimdir."
"O halde maskeli kadın da Defne'mi?"
"Adil, sevdiklerimiz için her acıya göğüs gelebileceğimizi zannderiz."
"Anlayamadım."
"Bunca zamandır Defne'yi unutamadın çünkü ondan vazgeçemiyorsun ve onun yokluğuyla oluşan acıya katlanıyorsun."
"Biliyorum."
"Bende biliyorum, senin her seferinde dersin ortasında tuvalete neden gitmek istediğini." Ömer eliyle omzumu sıvazladı ve gülümseyeme başaldı.
"Rüya bittiğinde o acıya dayanamadın ve vazgeçtin, dolayısıyla Defne'den vazgeçtin."
"Sanmıyorum."
"Görüceksin, yarın her şey çok güzel olacak."
"Hadi yatalım artık yarın okul var." diyerek geçiştirdim.
İkimizde yataklarımıza geçmiştik ama uykum olmasına rağmen o gece bir türlü uyuyamamıştım. Ömer gerçekten haklı mıydı? Gerçekten Defne'den vazgeçmeye, onun yokluğuna alışmaya mı başlıyorum?
Sabah olmuştu ama biz henüz ayılamamıştık. Nöbetçi öğretmenimiz Erkan Hoca odadan içeri girdi, kapıya tıklattı. Yüksek sesle;
"Adil, Ömer kalkmadınız mı siz daha."
"Kalkıyoruz hocam" dedim
"Hadi gençler hızlı olun geç kalacaksınız kahvaltıya." dedi ve odadan çıktı.
Hemen yatağımdan kalktım, koşturarak banyoya gittim ve yüzümü yıkadım. Ardından üstümü giyindim, çantamı aldım ve binadan hızlıca çıktım. Fakat bu sefer Samsun'un gün doğumuna yakalandım. Birden irkildim çünkü omuzumda bir el hissettim, dönüp arkama baktım ve Ömer'i gördüm.
"Adil, Erkan Hoca bizi bekliyor."
"Neden?"
"Yoklama alacakmış."